NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
قُتَيْبَةُ
بْنُ سَعِيدٍ
حَدَّثَنَا
بَكْرٌ
يَعْنِي
ابْنَ مُضَرَ
عَنْ عَمْرِو
بْنِ
الْحَارِثِ
عَنْ
بُكَيْرٍ عَنْ
يَزِيدَ
مَوْلَى
سَلَمَةَ
عَنْ
سَلَمَةَ بْنِ
الْأَكْوَعِ
قَالَ لَمَّا
نَزَلَتْ هَذِهِ
الْآيَةُ وَعَلَى
الَّذِينَ
يُطِيقُونَهُ
فِدْيَةٌ طَعَامُ
مِسْكِينٍ
كَانَ مَنْ
أَرَادَ مِنَّا
أَنْ
يُفْطِرَ
وَيَفْتَدِيَ
فَعَلَ حَتَّى
نَزَلَتْ
هَذِهِ
الْآيَةُ
الَّتِي بَعْدَهَا
فَنَسَخَتْهَا
Seleme b. el-Ekva
(r.a.)'dan; demiştir ki:
Şu "Oruca
dayanamayanlara, bir yoksul doyurma fidyesi (vermeleri) lâzımdır."[Bakara
184] âyet-i kerimesi inince, bizden dileyen oruç tutar, dileyen de fidye
verirdi. (Bu hal) bundan sonraki âyet inip de bu âyeti neshedinceye kadar devam
etti.
İzah:
Buharî, tefsir Sure;
Müslim, savm; Nesâı, Savm; Tirmizî, savm; Dârimî, savm; Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 200.
Hadis-i şerifte bahsi
geçen Bakara Sûresinin 184. âyetine müfessirler iki farklı mânâ vermişlerdir.
Bunlardan bir ısmı nin mensup olduğu if
al babının hemzesini izale ve nefy manasına alarak ya da fiilin başına bir lâ
takdir ederek "oruca dayanamayanlar..." şeklinde anlamışlar,
bazıları ise tam aksi ile yani oruca gücü yetenler şeklinde izah etmişlerdir.
Seleme b. el-Ekva
(r.a.)'nin bildirdiğine göre yukarıda mevzu-u bahs edilen âyet-i kerime
gelince, genç ihtiyar, hasta sıhhatli gibi bir ayırım olmadan müslümanlardan
isteyenler oruçlarını tutuyor, isteyenler de oruç tutmayıp her gün için bir fakire
bir fidye yani bir fitre (Hanefilere göre, buğdaydan yarım sa’ arpa, kuru üzüm
ve hurmadan 1 sa' miktarı veriyordu. Bu hal bir sonraki âyet-i kerime (Bakara
Suresi 185.) ininceye kadar devam etti. Bu âyetin içerisindeki "içinizden
kim o aya yetişirse, onu (orucunu) tutsun" kavli şerifi, önceki âyeti
neshetti.
Nesh: "Sözlükte
ibtal etmek, izâle etmek", ıstılahta ise, "şer'î bir hükmü başka bir
delille kaldırmak" demektir. Bu aklen caiz olduğu gibi, şer'an da
vaki'dir. Nesh icma ile sabittir.
Müslümanların ilk
günlerde oruç tutmak ya da fidye vermek arasında muhayyer tutulmalarındaki
hikmet, onların henüz İslama tam olarak ısınmış olmamaları ve uzun müddet
oruçlu kalmaya alışmamış olmalarıdır. Nitekim Taberi'nin Amr b. Mürre'den
rivayet ettiği bir hadiste (ki bunu bir benzeri Ebû Davud'un Ezan bahsinde
Muazdan rivayet ettiği 507 no'-lu hadisin içinde, de mevcuttur.) Bu durum şu
şekilde ifade edilmektedir; "Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye gelince onlara
(müslümanlara) farz olarak değil, nafile olarak her ay üç gün oruç tutmalarını
emretti. Sonra Ramazan ayı orucu indi. Ancak onlar oruca alışık bir topluluk
değil idiler. Bu yüzden oruç onlara zor geliyordu. Oruç tutmayanlar, yoksullara
yemek yediriyorlardı. Sonra "....Sizden kim o aya yetişirse onu (orucunu)
tutsun, kim de hasta olup, yahut bir yolculukta bulunursa başka günlerde, oruç
tutmadığı günler sayısınca (orucunu kaza etsin)" âyeti indi. Artık ruhsat
sadece hastalar ve yolcular için öldü; Biz ise, oruç tutmakla emrolunduk."
Buhârî'nin rivayetine
göre ashab-ı kiramdan îbn Abbas (r.a) bu âyetin neshedümediğini "oruca
dayanamayanlardan maksadın, ihtiyarlar olduğunu söyler. Bu durumda olanlar,
oruç tutamazlarsa, her gün için bir yoksul doyururlar. Nitekim yine Buhârî'nin
rivayetine göre Hz. Enes ihtiyarladığında bir veya iki. sene oruç tutamamış
bunun yerine her gün için bir fakir doyurmuştur. Buhârî, İbn Abbas'ın bu âyeti,
"zorla oruç tutabilenler" şeklinde okuduğunu haber vermektedir.
Ancak ulemanın
cumhuruna göre bu ayet-i kerime mensuhtur. Aynî bu konuda şöyle der:
"Netice şu nesh, sıhhatli olan ve yolcu olmayan kimseler için kendilerine
oruç farz kılınmak suretiyle sabit olmuştur. Oruca dayanamayanlar, bilhassa
yaşlılar ise, oruç tutmayabilirler. Kendilerine kaza da gerekmez. Ancak oruç tutmadıkları
takdirde hali vakti yerinde olanların fakir doyurmaları gerekir mi, gerekmez
mi? Bu konuda iki görüş vardır:
Birinci görüşe göre
ihtiyarlar, çocuklar gibidir; oruç tutmadıkla için yoksul doyurmazlar.
Şafiî'nin iki görüşünün birisi böyledir.
İkinci görüşe göre ise,
her gün için bir fakir doyurmaları gerekir. Ulemanın ekserisi bu görüştedir.
Sahih olan da budur.